Küresel Isınma ve Türkiye
13.09.2013 23:08İyi geceler sayın seyirciler bu gece Küresel Isınma'yı konuşmaya devam edeceğiz, hatırlayacaksınız, geçtiğimiz hafta çarşamba bir giriş yapmıştık ama o haftadan bu haftaya raporlar açıklandı. Bu raporları konuşacağız ve bu raporlar eşliğinde de Türkiye’de Küresel Isınma adına neler değişecek hem bunu konuşacağız hem de işin politik kısmını da bir yanda konuşacağız.
Çünkü bize iş düştüğü kadar hiç şüphesiz merkezi yönetimlere ve yerel yönetimlere de ciddi anlamda iş düşüyor. Hangi raporları konuşacağız, 21 sayfalık bir özet rapor çıktı, Birleşmiş Milletler’in Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nden, bu daha çok politik açıdan daha doğrusu bu konuyu daha az bilenlere yönelik bir çalışma anlatabilsinler ve anlayabilsinler diye asıl raporlar nisan ve mayıs aylarında çıkacak. Onun dışında salı günü üç bakanın birlikte olup açıkladığı bir başka doküman var.
O da Türkiye’nin durumu, bu da ilk defa yayınlanan birincisi diyebiliriz ve Prof. Dr. Mehmet Karaca da bir noktasında yer almış durumda. Bütün bunları konuşacağız, konuklarımız yanıtlayacak.
Öncelikle ben konuklarımızı tanıtmak istiyorum. Yard. Doç Dr. Semra Cerit Mazlum, Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü, hoş geldiniz hocam. Prof Dr Zekai Şen, Su Vakfı Başkanı, siz de uluslar arası bu tip raporlara imza atmış, IPCC’ye imza atmış bir Türk’sünüz. Prof Dr Mehmet Karaca, İTÜ Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü’nden ve Prof Dr Ekrem Ekinci, İTÜ Kimya ve Meteoroloji fakültesinden, hocam siz de hoşgeldiniz.
Işın Gürel (IG): Evet, öncelikle 2 Şubat’a dönelim. IPCC’nin raporuna bakalım. Şöyle bir raporu gözden geçirelim sonra hemen sorularla başlayalım. Çok asık suratlı bir rapor çıktığını söylemek herhalde yanlış olmaz. Son 12 yıllık bir dönemin 11 yılı, 1850’den bu yana görülen en sıcak 12 yıl içinde yer alıyor. Som 100 yılda yeryüzü sıcaklığının 0.7 derece arttığı söyleniyor ve bunun daha da ciddi anlamda bu yüzyıl içinde katlanarak artacağından bahsediliyor.
Küresel Isınmanın son 50 yılda bütün 100 yılın iki katı oranında artış gösterdiğine dikkat çekiliyor. Yine son 50 yılda kuzey yarım kürede 130 yılın en sıcak günlerinin yaşandığının altı çiziliyor ve bu böyle gidiyor. Grönlend’de Antartika’da buzulların erimesinden bahsediliyor, suların yükselmesinden bahsediliyor. Kıyı şeridinin 60 metreye kadar içeri doğru sular altında kalacağından bahsediliyor.
Hepsini konuşacağız. Öncelikle hanımlardan mı başlayalım hocam ne dersiniz? Yrd Doç Dr Semra Cerit Mazlum’a soralım. Siz bu raporu elinize aldığınızda hem Türkiye adına hem de bir bakış açısıyla bir giriş yapmak üzere hangi noktaların altını çizmenin çok gerekli olduğunu düşünüyorsunuz? Raporun 21 sayfanın 21 sayfası da korkutucu açıkçası.
Semra Cerit Mazlum (SCM): Öncelikle şunu herhalde bir kere daha hatırlamak gerekiyor. Bu raporun önceden hazırlanan diğer 3 rapora göre yani 1. 2. ve 3. değerlendirme raporlarına göre daha büyük kesinlikler içerdiği özellikle insan faktörü ve küresel ısınma da insan kaynaklı etkenlerin rolünü daha kesin bir şekilde ortaya koymuş olması, %90 bu sefer kesinlikle söyleyebiliyoruz ki bu sefer insan kaynaklı.
IG: 2001’de bu oran 66 ile 90 arası değişiyordu.
SCM: Evet büyük olasılıkla ama bu kadar kesin söylenemiyordu. Tabi bunda şeyin de etkisi var, o günden bu yana dünyada iklim bilimi konusunda, yapılmış olan araştırmaların daha da artması. Bilimsel kapasitenin gelişmiş olmasın da etkisi var bu kesinliklere ulaşabilmek açısından. Bu niye bu kadar önemli, uluslar arası alanda, ortak eylem, küresel düzeyde ortak eyleme geçebilmek için politikacıların, uluslar arası politika yapanların başta, bu kesinliğe ihtiyacı var. Bunu öyle söylüyorlar, Amerika, Türkiye başka ülkeler, bir ortak eylem gerçekleşecekse, bunun insan kaynaklı olduğunu bilmemiz gerekiyordu diyorlardı şimdiye kadar. Mazeretin arkasında olan, Kyoto’ya karşı çıkan başlıca ülkelerin mazeretlerinin arkadasında yatan buydu. İnsan kaynaklı olmayabilir, bu doğal bir süreç sonucu da olabilir deniyordu. Bu rapor bunu kesin bir şekilde ortaya koydu, insan kaynaklı tartışması bir şekilde. İnsan dışındaki faktörlerin de hala etkisi var fakat insanın rolü en büyük payı oynuyor. Altı çizilmesi gereken noktalardan birisi bu.
İkincisi de bu raporun artık Bali’de, Endonezya’da Aralık ayında yapılacak olan 13. Taraflar Konferansı’nda görüşmeler başlayacak biliyorsunuz. Kyoto sonrası için, yeni gelişmeler hakkında, oraya veri oluşturdu ve bu bilimsel veri üzerine, kanıtlar üzerine artık eyleme geçilmesi gerektiği, kesin hedefler, indirim hedefler koyulması gerektiğini de ortaya koydu bu rapor. Bunu da açıkça destekledi diyebiliriz. Avrupa Birliği başta olmak üzere taraflar kendi pozisyonlarını ortaya koydular yaptıkları açıklamalarla. Başka ülkelerin de çalışmaları sürüyor fakat herhalde Bali’ye sağlam bir destek oluşturacak bu. Zaten bugünlerde UNEP’in, Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın Kenya’da toplantıları sürüyor.
Çevre bakanları, UNEP’in üye ülkelerimin çevre bakanları toplandılar ve oradaki toplantıda da bu rapor bir kere daha konuşulacak ve 2012 sonrası için Kyoto Protokolünün geleceği hakkında bu raporun ne gibi bir etkisi olacak, ne tür önlemler, ne kadar sera gazının indirimi olduğu konusunda da görüşmeler yapılmaya başlanacak orda da. Müzakere anlamında değil ama görüş alışverişi olacak ülkeler arasında. Herhalde ilk anda söylenmesi gereken şey bu. İnsan faktörünün %90 kesinlikle rolünün altını çizmiş oldu bu rapor.
IG: Peki, hemen dönelim Prof Dr Mehmet Karaca’ya soralım. Efendim siz ulusal olan ve ilk defa yayınlanan bu raporda da bazı bölümlere imza koydunuz, hepsi değil ama uzmanlıklara göre ayrılmış durumda. Şimdi iki soru yöneltmek istiyorum. Birincisi, yüzde 90 insan kaynaklı bir küresel ısınmadan bahsediyoruz diyor Birleşmiş Milletler Hükümetler arası Panel raporu, gelen 21 sayfada bu yazıyor. Bunu Türkiye’ye biraz çevirmenizi rica edeceğim. İ
ki rapor arasındaki farklılıklar veya değişiklikler ilk etapta sizin gözünüze neler geliyor? Bunu neden soruyorum çünkü, bazı bilim adamları bazı bu konuyla ilgilenenler, az önce sizin söylediğinizin tam aksi değil ama daha az kuvvetlisini söylüyorlar. Zaten iklimler bir şekilde değişiyor çünkü yeryüzü canlı bir mekanizmadır, soğur ısınır bu bir dalgalanma şeklinde gelir, dolayısıyla küresel ısınma da tabi ki insanın rolü vardır ama bunu bu kadar kıyamet senaryoları içine sokmak doğru bir davranış tarzı değildir diye bunu bu şekilde tartışanlar da var. Bu açıdan da size soruyorum, bir bilim adamı olarak siz bizi nereye götüreceksiniz konuyla ilgili olarak. Sonra hemen Türkiye’ye ve bölgelerimize döneceğim.
Mehmet Karaca (MK): 21 sayfalık rapordan bahsetmek gerekirse aslında bir uzlaşma raporu bu. Bunu dikkatlice ortaya koymak lazım, politika yapıcılara bir uzlaşma raporu. Burada yazılan her şey aslında belirli bir uzlaşma sonucu dökülen rapor. Bunun çok daha kötüsü ve iyimser tabloları da vardı.
İçlerinden oylamayla her ülke belirli katkıda bulunarak altı çizilen şeyler bunlar. Bölgesel ölçüye geçince çok daha farklı bir senaryo var aslında. Bizim rapora dönersek, bizim raporda da ben sadece iklim değişimi ve bunun adaptasyonuyla ilgili bölümü yaptık. Büyük ölçekli modelleri alıp, küçük ölçeğe nasıl değişebilir, bizim bölge ölçeğinde ona baktık. Bu söylediğimiz tabi 2100'ler için. Bunu da belirtmek lazım, siz de belirttiniz.
İklim sürekli insan tarihi boyunca da değişmiş, değişmekte ve değişecek. Bunu kesinlikle ortaya koymak lazım ama insan faktörü bunun içinde ne kadardı, değildi, işte bu raporda yüzde 60’tan yüzde 90’a çıkardılar. Bu son rapordaki en keskin ifadelerden bir tanesi bu. Fakat hala belirsizlikler var. Bu belirsizlikler tabi karbondan çok yüzey yapısıyla, arazi örtüsüyle alakalı çünkü bundan 1000 yıl önce 250 milyon insan yaşarken artık 6 buçuk milyar insan yaşıyor. Yüzey örtüsünde, morfolojide bir sürü değişiklikler var. Burada da belirsizlikler var ve bunlar aksedilmiş raporlara.
Diğer bir öge de şunu belirteyim. Okyanuslar hala bir muamma, atmosferle konuşuyoruz ama iklim sisteminin bir sürü elemanı var. O dört büyük elemandan bir tanesi de okyanuslar. Okyanuslarda hala çok büyük bir değişim yok. Onu gözleyemedik çünkü okyanus su niteliğinden dolayı ısınmaya cevabı daha yavaş oluyor. Yani şu 16 yılda bunu görmek mümkün değil, insan ömrü de aslında buna yetmiyor. İnsan ömürleri doğacaktır. Buradaki projeksiyonlarda okyanus çok daha zayıf onu söyleyebilirim.
IG: Burada geçen hafta Ömer Marda otururken şunun altını çizdi, dedi ki, “Ben benim için korkmuyorum zaten, çünkü ben büyük ihtimalle görmeyeceğim ama benim torunlarım ve onların çocukları için endişe ediyorum.” Bizim de galiba bu perspektif herhalde değil mi, ortaya konulması gerekiyor.
MK: Evet, böyle bir yanılgı var. Aslında yarın olacakmış gibi bir endişe var ama tabi biz gelecek nesillere miras açısından konuşuyoruz. Daha iyi bir dünya bırakmak için, aldığımız dünyayı en azından aynı oranda teslim etmek için konuşuyoruz. Yani bütün derdimiz bu.
IG: Peki hocam, döneceğim size, Prof Dr Zekai Şen’e dönelim. Su Vakfı Başkanı. Efendim, şimdi bu rapor açıklanırken, üç bakan da çıktı ve dediler ki “Enerji problemimiz yok, su problemimiz yok, biraz kuraklık çekmekle beraber inşallah yağmur yağar…”
Fakat su problemi, yine geçen hafta konularımızdan birisiydi, suyla ilgili olarak ciddi anlamda, Türkiye su zengini falan değil tam tersine sularımızı çok ciddi anlamda nasıl kullanacağımız, ileriye yönelik projeksiyonlarımızı yapmamız gerekliliği geldi. Şimdi bir yanda küresel ısınma var, bir yanda sularımız var. Bunların arasındaki denge nedir? Türkiye özellikle su konusunda hangi noktada duruyor?
Zekai Şen (ZŞ): Efendim her şeyden önce siz de belirttiniz, kurulmuş bir takım senaryolar ortaya çıktı. Aslında bu korkunçluklara bilim ve teknolojinin verebileceği çok güzel cevaplar var. O kadar da korkutucu olmamak gerekir. Hele hele kıyamet senaryoları ve yahut tehlike senaryoları bizi uyarıyor, bir ön uyarı diye bir sistem vardır, bu raporun o faydası var.
Uzlaşma dediğiniz, ben suya gelmeden önce, uzlaşma aslında IPCC’de 120 tane bilim adamı dünyadan süzgeçten geçirilir gibi seçildi. Bir öz, nüve oldu. Onların hazırlamış olduğu bu rapor dünyadaki ilk aşamada, çünkü ben artık IPCC’de yayınlandığı için rapor konuşabilirim, ondan önce belki konuşamayabilirdim. Bundan sonra dünyadaki tüm bilim adamlarına, iklim bilimleriyle uğraşan herkese gitti ülke ayrımı olmaksızın ve onlardan 60 sayfa rapor yazıyorduk örneğin, 200 sayfa eleştiri veya öngörüler vesaire geliyordu. Ben burada şunu söylemek istiyorum, evet benim ülkemden hiçbir cevap gelmedi, ne kadar şeyiz. İkinci gelen raporla uzlaşma oldu bilim adamları arasında…
IG: Ülkemden hiçbir şey gelmedi derken, biraz daha açar mısınız?
ZŞ: Her ülkeden gelen cevaplar teker teker yazılıyor kişi bazında. Ahmet, Mehmet neyse artık, bu olmadı. Herhalde ulaşmadı, yani şunu demek istiyorum. Gündeme gelmesi açısından, evet bir takım sorunları tartışıyoruz ama bunların mutlaka bilim adamalarına ulaşması gerekirdi, bunu demek istiyorum uzlaşmada, geniş çaplı olması için.
O uzmanlardan gelen ki bu çevreci, sucu, veya meteorolog, antropolog, jeolog, ne isterseniz, hepsinden gelen bilgilerle bir uzlaşma oldu. Ama tabi iklim değişikliği gibi insanı çok yakından ilgilendiren konuda bir de devletlerin ve hükümetlerin de görüşlerinin gelmesi gerekirdi. Bu bilimsel uzlaşmadan sonra hükümetlere gitti. Yine bizim ülkeden pek cevap gelmedi gelenlerin arasında, demek ki ulaşmadı. Mutlaka geliyor da bir yerlere gitmedi. O nedenle…
IG: Siz çok ciddi bir şey söylediğiniz sizin.
ZŞ: Evet efendim, çok ciddi bir şey söylüyorum, bu işin bir şakası yok. Bu yaşanmış bir şey zabıtlarda bakabilirsiniz. Ben onları da getirmedim. Öz eleştiri yapmamız lazım kendi kendimize. İklim değişikliğine hakikaten gerekli önemi vermemiz gerekir. Şöyle de olmaması lazım, internete gireyim, bilgileri alayım, yabancı kitaplardan tercüme edeyim, kardeşim bu ülkenin kamu kuruluşları var. Hepsi de güzel işler de yapıyorlar. Geçmişte de… Ama onların bir araya getirilmesi, şu rapor güzel, bir araya getirilmiş belirli bir ölçüde. Tabi bununla ilgili de eleştirilerim olabilir. Tabi eleştiri olacak ki daha iyiye gidelim, bilimsel eleştiri.
Bilimsel eleştiri olacak, kişisel değil. Efendim, su kaynaklarıyla ilgili sordunuz şimdi oraya da geleyim, böyle bir bilgi verdikten sonra. Gerçekten Türkiye’miz düşünecek olursak, dünyada suya bağlı her şey. İklim bile desek değişiyor doğal olarak.
İklimler değişmeseydi bugün petrol yatakları olmazdı. Çünkü vakti zamanında kıtalar hareket ediyor idi ve petrol yataklarının olduğu yerler sedimantasyon tabakaları içinde kalarak ormanlar, organik atıklar petrol haline döndü. Nimetleri de var, doğal olarak çok var. Ama biz insan olarak, benden önceki konuşmacıların da belirttiği gibi, çevremizi kirletiyoruz, kirletmek de mecburiyetindeyiz ama sizin dediğiniz gibi bir denge gerekir. Her şeyin bir dengesi var su dengesinin olduğu gibi.
Efendim atmosferin, kimyasal bileşenlerinin bir dengesi var vesaire. O bakımdan belirli bir ölçüde kirletilebilir fakat bunu da korkunç senaryolar değil bilimin bizi yönlendirdiği doğrultuda hareket ederek, işte bu protokol bu uzlaşma bunu bize gösteriyor, daha sonra geleceğiz bunun politik boyutuna. Suyu söylemedim yalnız.
IG: Tabi tabi dinleyeceğim sizi.
ZŞ: Efendim bir takım beyanatlar verildi diyorsunuz. Kim olursa olsun, ben bile bakan olsaydım herhalde, danışmanlarıma danışacaktım onların bana verdiği bilgiyi bir şekilde uzmanı olmadığıma göre söyleyecektim. Acaba Türkiye Cumhuriyeti’ndeki üniversitelerdeki bilim adamlarının bir uzlaşması sonucunda mı oluştu o görüşler, eh tabi bu çok önemli bir şey. Yoksa iki üç dört kişinin ülke görüşüne mi yansıtıldı?
IG: Kuraklık var mı? Susuzluk çekiyor muyuz hocam?
ZŞ: Suya çok geleceğiz anladığım kadarıyla. Kuraklık var mı yok mu diye sorulduğu takdirde, şimdi ben bir politikacı olsam…
IG: Ben size bilim adamı olarak soruyorum.
ZŞ: Bilim adamı olarak cevap vereyim önce isterseniz.
IG: Evet lütfen
ZŞ: Dünyada en büyük zararlar kuraklık nedeniyle olur. Biz depremle uğraşıyoruz çok önemli tabi ama kuraklık çok sinsi olarak gelişen yavaş gelişen bir olaydır. Bir taşkın gibi değil, bir deprem gibi değil. Bir ne bileyim, Amerika’da olan bir takım tornedolar gibi vesaire.. Yavaş yavaş… Şu anda cevap bilimsel olarak vermem gerekirse, efendim Türkiye Cumhuriyeti’nin bu kadar kamu kuruluşları var. Geçmiş verileri var. Acaba bunlardan bilgi edinilerek mi bunlar söyleniyor yoksa edinilmeyerek mi? İşlendiği zaman bu söylenebilir.
Biliyorum ki işlenmedi çünkü ülkemizde henüz Kuraklık İzleme Merkezi diye bir şey yok ve maalesef uzlaşmamız olmadığı için bunu da kaçırdık. Slovenya aldı. Üç ülke vardı hepsi. Türkiye, Slovenya, Polonya. Türkiye olması gerekirdi. Suya geleceğiz değil mi sonra?
IG: Geleceğiz, ama ben Prof Dr Ekrem Ekinci’ye de ilk turda söz vermek istiyorum. Hocam şunu sormak istiyorum size, iki rapora bakıyoruz, bu raporda, ben not aldım “sera gazı salınımının 296 milyon ton” gibi bir rakam verilmiş. Ama öte yandan Devlet İstatistik Enstitüsü’nün 1990-2004 yılları arasında yaptığı ve 2006 yılında bastırdığı rapora göre de sera gazı 357 milyon ton. Yani ciddi bir azalma var. Şimdi biz bu azalmaya sevinelim mi yoksa bir gariplik mi var yada bir acayiplik mi var?
Biz karbondioksit emisyonları açısından hangi noktadayız? Bunu belki bilip onun üstüne Türkiye’den konuşmakta fayda var. Çünkü rakamlar çok ciddi oynamış durumda ilk rapora göre.
Ekrem Ekinci (EE): O konuda çok net bilgiler var ama o bilgilere girmeden önce ben bu genel perspektif platform konusunda ben de bir şeyler söylemek istiyorum.
IG: Buyrun hocam
EE: Şimdi Archimedes zamanında demiş ki, “Bana dayanak noktası verin, Dünya’yı yerinden oynatayım” demiş. Archimedes’in bulamadığı dayanak noktasını biz insanlar olarak tüketim alışkanlıklarımızla, vurdumduymazlılarımızla, bilime sahip çıkmamakla yapar görüyoruz. Yani alışkanlıklarımızla dünyayı yerinden oynatır duruma geldik.
Şimdi 1980’lerde bilim adamları, böyle bir olay var, dediler. Belli kanıtlar gündeme getirdiler. 1990’larda bu iyice konsolide oldu. 2000’lerde ha şöyle ha böyle derken yüzde 60’larda insan kaynaklı olduğunu söyledik. Birden bire bu yıl 90’lara çıktık. Bilimde, hele iklim bilimi gibi arkadaşlarımın konusu bir çok girir konuda yüzde 30’luk atlama olamaz. Bu niye oldu?
Birden bire dünya inanılmaz bazı şeyler gördü. Suda önemli bir değişiklik oldu, hayvanların davranışında önemli bir değişiklik oldu, ağaçların davranışlarında önemli değişiklikler oldu ve birden bire “kör gözüne parmağım” bazı şeyler insanları sarstı. Sarsınca ne oldu, yüzde 60’lık insan payı, oldu yüzde 90lık. Olmaz böyle, bu psikolojidir. Bu bir deprem psikolojisidir, Türkiye’de deprem oldu herkes depremci oldu.
Aradan dokuz yıl geçti, hiçbir şey yapılmadı. Şimdi deprem artık bilincimizin başka taraflarına gitti. Acaba iklim gelecek sene, normal seyrine dönerse, dönebilir, bir 6 yıl, 7 yıl, 8 yıl hiçbir şey olmasa size ben garanti ediyorum, yine önemli adımlar atılamaz. Bu iş çok sinsidir, hocamın söylediği gibi, arkadaşımın söylediği gibi. Bu çok ciddidir. Dayanak noktası bulmuştur, bu dünyanın evrenin sonu anlamına gelebilir. Onun için bunun sahibinin ortaya konması lazım. Bunun sahibi ne ülke bazında var ne uluslar arası bazda var.
Birleşmiş Milletler bunu yapıyor görünüyor ama bir anlamda yapmıyor. Niye yapıyor niye yapmıyor isterseniz onlara da sonradan girelim. Ona girmeden önce şunu söyleyeceğim, mesela Türkiye Cumhuriyeti bu konuda görevini yapmayan, Kyoto Protokolü’ne karşı, sözleşmeye karşı bir ülke olarak lanse edildi.
Ama aynı ülkenin ozon tabakasını inceltmedeki performansına baktığımız zaman çok iyi. Kendisine verilen zamandan çok daha önce üzerine düşenleri yapmış durumda. Bunun nedeni de İklim Değişikliği Protokolü’nün, İklim Değişikliği Sözleşmesi’nin getirdiği anlaşmaların nesnel anlamda tam doğru bir yaklaşım göstermemesinden kaynaklanıyor. Eğer siz dünya çapında bir anlaşma yapacaksanız, herkese çok açık net ve objektif yaklaşma mecburiyetiniz vardır. İsterseniz onlara ikinci bölümde ülkemizle birlikte girelim.
IG: Efendim “Dünya Isınıyor”’u konuşuyoruz. Biraz giriş yaptık, raporlara şöyle bir baktık. Raporların anlamını anlamaya çalıştık. Farklı görüşler olduğunu bir kez daha ortaya koyduktan sonra ben Sayın Mehmet Karaca’yla devam etmek istiyorum. Hemen artık Türkiye’ye gelelim çünkü ben de dahil olmak üzere Türkiye’yi merak ediyorum.
Bu küresel ısınma 100-200 yıl devam edecek. Yine bu IPCC raporuna göre, her şey harika bile olsa karbondioksit gazlarını sıfırlasak, doğayı düzenlesek, her şeyi sıfır düzeye getirsek bile ne olursa olsun, önümüzdeki 100 yıl belki 200 yıl belki de daha fazla küresel ısınma bir salınımla devam edecek ama bunu biraz daha iyileştirmek veya daha çabuklaştırmak bizlerin elinde gibi görünüyor.
Türkiye’deki iklim değişikliği, dünyada kayacak deniyor, kimi 150 km kayacak diyor, kimi daha az söylüyor. Nasıl olacak, Ege nasıl olacak, Akdeniz nasıl olacak, Karadeniz nasıl olacak, sular ne kadar yükselecek, peak noktası nedir bu işin en yüksek noktası nedir? Hocam sizden dinleyelim.
MK: Şimdi şuradan başlayım, belirli tarifler yapmakta yarar var. iklim aslında bir sistemler manzumesi. Bunun atmosferi var, yaşam küresi var ve okyanus küresi, su küresi var. Bunların hepsi etkileşim halinde ve sistem mümkün olduğu kadar kompleks. Yani birinin diğerini tetiklemesi çok farkı bir yere götürebilir. Büyük ölçekteki bu projeksiyonlarda, ileriye dönük 2100 ve 2070 ortalaması olarak Türkiye’de bölgesi görürseniz, bir ısınma ve yağışta azalma görülür büyük bir blok olarak.
IG: Isınma ve yağışta azalma görünüyor, her bölge için mi?
MK: Tüm Türkiye için. Çünkü modellerin çözünürlüklerinde sadece iki üç nokta anca verilebiliyor.
IG: Peki siz, bu modellemeyi IPCC’den yola çıkarak mı yapıyorsunuz veya 2001 yılındaki rapordan yola çıkarak mı yapıyorsunuz?
MK: Yok, dünyada büyük modellerle simülasyon yapan yerler alıp o şartları kullanarak biz kendi bölgemiz için daha küçük ölçeklere indiriyoruz bu olayı. Şimdi yüzeyinde aslında kendine has bir cevap verme zamanı var.
Şimdi Türkiye biliyorsunuz çok kompleks bir morfolojiye sahip. Yani deniz seviyesinden tutun da 2000 m.ye kadar, 3000 m.ye kadar giden bir morfolojisi var. Çok da değişkenlik arz ediyor iklim tipleri olarak. Kendine has mikro iklimi var, çok farklı yönlere gidebiliyor. Eskiye doğru bir resim çıkartırsak, bölgesel ölçekli mevsimler arasında farklılıklar var. Mesela Ege’de kışları yağışta gerçekten bir azalma görüldü son 30 yılda 40 yılda gördüğümüz bu.
IG: Bu devam edecek.
MK: Bu devam ediyor. Azalma görülüyor. Yazları tam tersine fazla bir etki yok ama, mesela sıcaklıklara baktığımız zaman, Ege’de yine artış var, sıcaklıklarda artış var, batı bölgelerinde özellikle. Ama diğer bölgelerde fazla bir, anlamlı bir eğilim yok. Yani trend dediğim eğilim görülmüyor.
IG: Ne kadarlık bir sıcaklık oynaması bekliyoruz? Yani Avrupa Birliği 2 C ölçü olarak alıyor.
MK: Küresel ısınma olduğu yerler. Bölgesel olarak bakarsanız çok farklı yerler. Mesela bizde, ileriye yönelik projeksiyonlarda bu büyük modellerden aldığımız sınır şartları ile yaptığımız simülasyonlarda ki bu raporlarda da var, bir bölümü…
IG: Ulusal Eylem Planı’ndan bahsediyorsunuz.
MK: Ulusal Eylem Planı’ndan ki bu çok önemli bir rapor. İlktir bu. Türkiye 12-13 yıllık bir gecikmeyle bu işi yaptı maalesef. Ama yine de ilktir, bu açıdan, perspektiften de bakmak lazım ve Türkiye’deki gerçekten kendi açılarından çok değerli bilim adamları da vardı diyebilirim. Mesela, özellikle ODTÜ’den, İTÜ’den, Dokuz Eylül’den çok farklı kişilerdir bakabilirsiniz. Bölgesel ölçeğe gelirsek, değişimlere, biz 2070 ve 2100 için en kötü senaryoya göre konuşuyorum, bilimsel senaryoya göre değil, dünya aynen böyle devam ederse, tüketime de böyle devam ederse, nüfus artışında da büyük patlamalar olursa, aynı trend’de devam ederse projeksiyonlarda, güneyde kış yağışlarında azalma belirgin.
Özellikle Akdeniz bölgesinde, Antalya, Mersin, Adana bölgelerinde bir beklenti var. Kuzeyde ise tam tersine, Karadeniz kıyılarında yüzde 30’a nazaran bir artış bekleniyor, ortalama değerlerde. Orta kesimlerde ise yağış rejiminde herhangi bir değişim gözlemlenmiyor. Ama sıcaklıkta ise yazları 2-3 derecelik bir artış söz konusu. Bu doğal olarak su kaynaklarında bir problem yaratıyor.
Özellikle Dicle ve Fırat Havzası’nı besleyen kaynaklarda kar erimesi çok daha hızlı oluyor. Yani sıcaklıktan dolayı, bunlar hep, belirsizlikler üzerine senaryolar kuruyorsunuz ve ona göre projeksiyonlar yapıyorsunuz ve yüzde 30’a yakın hızlı bir erime söz konusu olacak. Bölgesel ölçekte verebileceğimiz en çarpıcı örnekler bunlar.
IG: Peki denizin yükselmesi… çünkü 8000 km kadar kıyı şeridimiz olduğunu ve yanılmıyorsam, 17 tane de şehrimiz olduğunu düşünürsek ne kadar tehlikedeler? Çünkü kıyılara çok yatırım yapıyor Türkiye, ciddi anlamda…
MK: Evet, raporun o bölümünün de bir parçasını ben yazmıştım. Nüfusun %30’undan fazlası, ekonominin de %47’den fazlası kıyı bölgelerinde, kıyıya yakın. Yani 10 km.lik içerde yaşıyor, hakikaten önemli bir bölge. Sıkıntı şu, birkaç milimetre artması bile kıyıdaki erozyonu meydana getirebilir.
IG: 1.8mm olarak verilmiş en son olarak ama milimetreyi böyle düşününce “Aa çok küçük canım, ne olacak” diyebiliriz ama önümüzü açmak için bunu biraz daha 1.8 nelere kadir sormak lazım değil mi?
MK: Yıllık artma değeri aslında o. Tabi onu söylemek lazım. 10 yıla göre 18 milimetre yani 1.8 cm. Şunu da söylemek lazım projeksiyonlarda, yani büyük rapordaki UNDP’nin raporunda, IPCC’nin raporunda belirsizlikler şöyle, 18 cm ile, iyimser senaryoya göre, kötümse senaryoya göre ise 59 cm artış var. Yani 80’deki ilk çıkışta 6 m.ye kadar bir projeksiyon vardı. Bunun gelinen nokta maksimum en kötümser senaryoya göre 60 cm bekleniyor. Yani bunda bir azalma var. Tabi bunlar yadsınacak, azımsanacak rakamlar değil.
Yağış rejimini etkileyecek. Daha fazla kütleyi siz deniz üzerinde biriktirirseniz, daha fazla nem atmosfere katkıda bulunacaksınız. Yağışlarda artma söz konusu, lineer düşünceyle, doğrusal düşünürseniz. Özellikle Karadeniz kıyılarında daha fazla erozyona daha fazla dalganın gelip kıyıyı yemesine neden olabilecek bu tür projeksiyonlar bekleniyor kıyı bölgelerinde.
IG: Dolayısıyla ne olursa olsun, mutlaka Türkiye’nin çok ciddi anlamda bu işleri organize edecek, ileriye dönük politikalar oluşturacak bir sisteme ve bunun devamlılığına da ihtiyaç var diyebiliriz herhalde.
MK: Bu rapor bir ilk, ikincisi de inşallah gelecektir. Daha büyük bir konsensüsle, daha büyük bir uzlaşmayla mutlak yapılması gerekir. Doğumuzdaki, batımızdaki ülkeler, ikincisini üçüncüsünü dahi hazırladılar. Dördüncüler sunuldu. Suudi Arabistan.
IG: Üçüncüsünü yapmış durumda, biz çok geride kalmış durumdayız gerçekten de. Sayın Cerit size sormak istiyorum, bu eylem planı, tabi hiç şüphesiz ilk olması açısından pazartesi günü Bakanlar Kurulu’nda da konuşulacağını biliyoruz. Biz tabi bireysel olarak, ben tabi bu ampulleri getirdim sayın seyirciler, ampul reklamı yapmaya niyetim yok ama şunu demek istiyorum.
Bu yüzde 80 civarında az enerji kullanan ampul, her yerde satılıyor. Çok değişik markalarda da var. Markası dediğim gibi önemli değil. Bu da normal, bildiğimiz basit ampul. Arasında ciddi fark var. Küresel ısınmayı düşünmüyorsanız bile cüzdanınızı düşünmenizi ben buradan tavsiye edeceğim çünkü, nerdeyse %50’ye varan oranda faturalarda, değil mi hocam yanılıyorsam düzeltin, azalma olacak, elektrikte. Bu aynı zamanda ciddi anlamda bir tasarruf demek.
Buradan nereye geleceğim, buradan şuraya geleceğim, biz bireysel olarak, bir takım şeyleri, Sayın Cerit size yöneltmek istiyorum, bireysel olarak biz üstümüze düşen bir takım şeyleri yapmak durumundayız hiç şüphesiz. Bunu da yavaş yavaş yapacağız ama biz bunu birey olarak yavaş yavaş yapıp bunu çözmemiz söz konusu gibi görünmüyor.
Yani arabalara daha az binelim, toplu taşıtı kullanalım, daha az yolculuk edelim vesaire bunlar çok kişiye özgü yöntemler kişi isterse yapar isterse yapmaz. Ama burada hem merkezi yönetime hem yerel yönetimlere, dolayısıyla politikacılara ciddi görevler düşüyor fakat siz bunu, gerek Ulusal Eylem Planı’nda gerekse baktığınız zaman uluslararasını çalışan bir olarak ne kadar görüyorsunuz. Bu noktada Türkiye nerde? Yani çok mu gerideyiz?
SCM: Türkiye’ye bakalım ama önce ampullerle ilgili bir şey daha söyleyelim. Tasarruflu ampuller daha uzun süre dayanıyor. Yani normal ampuller kısa sürede patlarken, yeniden almanız gerekirken diğeri…
IG: Küresel Isınmayı düşünmesek bile bütçemizi düşünürsek böyle davranabiliriz. Evet buyrun..
SCM: Yine sorudan önce, birinci turdaki bir noktaya değinmek istiyorum ben. Kıyamet senaryosu çizmeyin, yani korkutmayın insanları, ürkütmeyin, gibi yaklaşımlar var. Herhalde şöyle bir yanıt vermek doğru olur bu tepkilere.
Binlerce bilim insanı herhalde bir araya gelip korku filmi senaryosu yazmak için oturmuş olamazlar, ortaya çıkan rapor. Neden tepkiler çıkıyor? IPCC’nin ortaya koyduğu rapor ve başka akademisyenlerin, hükümetlerin hazırlattığı bilimsel raporlar alt alta getirildiğinde olacak olan değişimler bizi bekleyen değişimler yaşanacak farklılıklar alt alta geldiğinde, kendiliğinden bir kıyamet senaryosu ortaya çıkıyor zaten.
Böyle özellikle bir çaba yok. Çevre konusunda, çevre kaynakları konusunda böyle bir yaklaşım hep vardır. 70’lerden beri vardır bu. Örneğin 1972’de Roma Klübün (anlmadım) Büyümenin Sınırları Raporu’nu yayınladığında tepkiler gösterilmişti. “Siz kıyamet tellalısınız, insanları korkutmak için böyle yapıyorsunuz, gerçekle ilgili yok” denmişti. O dönemde çevre politikaları dünyada daha yeni yeni oluşmaya başlamıştı. Uluslar arası politika sorununa yeni dönüşmüştü Çevre Stockholm Konferansı’yla.
Roma Klübü’nün kararına böyle tepkiler gelmişti. Daha sonradan çıkan raporlara da böyle tepkiler gelmişti. Böyle bir ikili kanal yürüyor. Fakat IPCC’nin işlevine “kıyamet” söyleminden çıkarıp bunu daha rasyonel, bilimsel politik temellere oturtmak, IPCC zaten bu yüzden kurulmuştu. İklim sistemi Mehmet Bey’in söylediği gibi çok karmaşık bir sistem. Pek çok ekolojik sistemin etkileşimi söz konusu burda. Bunları iyi anlayabilmek gerekiyor.
Politika yaparken de, örneğin su ile ilgili bir politika geliştirdiğinizde bunun toprakta beklemediğiniz başka bir etkisi olabilir. Atmosfer politikası geliştirdiğinizde bunun suya bir etkisi olabilir. Bütün bunları birlikte eş güdüm içinde holistik bir yaklaşımla düşünebilmek gerçekçi, olumsuz etkileri olmayan yeryüzünün sürdürülebilirliğine, yaşamın sürdürülebilirliğine en uygun politikalar üretebilmek için IPCC bu değerlendirmeleri yapıyor.
O yüzden bu kadar titiz ve aynı zamanda da bir uzlaşma metni dendi. Bilimsel verilerle politik tutumların bir araya gelmesi sağlanmış oluyor. O yüzden herhalde IPCC raporuna “Bu bir kıyamet senaryosudur” diyemeyiz.
IG: Bu arada yönetmen arkadaşlarımdan rica edeyim. IPCC raporunun bazı önemli noktalarını çıkardık. Onları da zaman zaman ekranda görürsek herhalde bilmeyenler, IPCC raporunu çok detaylı bilmeyenler de onları görme fırsatını yakalarlar.
SCM: Evet devam edelim. Ozonla ilgili olarak neden Türkiye, gerçekten de Türkiye önemli başarı göstermiş ülkelerden bir tanesi ozon tabakasını incelten maddelerin önlenmesine ilişkin olarak. Monteral Protokolü’nde onaylayarak yayınlanmasının hemen arkadasından önemli ilerlemeler kaydetti. Orda olan şey iklim politikasında yok. Hem uluslararası sözleşme düzeyinde farklı durumda Türkiye, hem de hükümetin yaklaşımı farklı bu durumda.
Ozon sözleşmesinde yani Montreal Prokolü’nde, Türkiye gelişmiş ülkeler kategorisinde. Öyle olduğu için de ozon tabakasını incelten maddeleri azaltması için 10 senelik bir süre verildi. Yani gelişmiş ülkeler daha önce başlarken Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler 10 sene sonra bu önlemleri uygulamaya başladı.
IG: Ben biraz çabuk bir şey soracağım size. Yani buradan yola çıkarak aslında Türkiye Kyoto Protokolünü bir şekilde imzalayıp kendini bağlasa belki kendini bu yönde de çok çabuk hızlı hareket edebilir miyiz?
SCM: Müzakere pozisyonlarını iyi belirlemesi gerekiyor. Kendisine seçenekler üretmesi gerekiyor. Çünkü orası bir uluslararası müzakere arenası. Türkiye’nin kendisine biçtiği rolü, o sistem içerisinde iyi tanımlayıp ikna edebilmesi lazım öteki taraflara da.
Fakat burada bir irade de var. Yani ozon tabakasında Montreal Prokolü’nü onayladıktan sonra Türkiye, siyasi irade bunu destekledi. Yani bir uluslararası çevre sorunudur bu. O yüzden de Türkiye elinden geldiğince bunu uygulamalıdır dedi. İklim sözleşmesine ve Kyoto Protokolü’ne geldiğimizde ise bunun çabalarına rağmen, gelişmiş ülkeler arasında olmaktan kurtulamadı. OECD ülkesi, çünkü dediğiniz gibi sözleşme hazırlanırken bir an önce sözleşmenin çıkması için görüşmeler hızlandırıldı ve çok basit bir sınıflandırma, OECD ülkeleri ve öteki ülkeler diye bir ayrım yapıldı.
Türkiye de OECD ülkesi olduğu için, indirim yükümlülüğü alması gereken ülkeler kategorisinde yer aldı. Türkiye karşı çıktı buna o sıralarda. Fakat şimdi geriye doğru baktığımızda Türkiye’nin çevreyle ilgili diplomatik kapasitesi o günlerde bu günlerdeki gibi değildi. Türkiye müzakereleri yani New York’ta yapılan müzakereleri, New York’taki temsilcileri aracılığıyla yürüttü o günlerde. Yani Türkiye’den Dışişleri’nden, Çevre Bakanlığı yoktu.
Yeni kurulmuştu ama bugünkü kadar etkin değildi. Çok etkin bir şekilde müzakere yürütemedi belki o yüzden OECD ülkeleri arasında yer aldı. Belki bunu değiştirmek de kolay değildi o dönemde. Daha sonra bu listeden çıkmayı denedi. Yalnızca ilk ikiden çıkmayı başarabildi. Fakat siyasi irade farkı var. Orda olmakla birlikte, böyle bir pozisyon farkımız olmakta birlikte anlaşma karşısında, yine de iklim karşısında bir isteksizlik var.
Zaten uzun yıllar, sözleşmenin onayına kadar bakıldığında bir yandan diplomatik çabalarını sürdürüyordu Türkiye sözleşmeye taraf olmak için. Ama bir yandan da kamuoyunda hiç tartışmıyordu bu konuyu. Yani bugünkü gibi, çevre sorunları gibi iklim değişikliğini konuşmamaktan yana bir tavır sergileniyordu. Tartışmaya açıldığında da bu konu, gazeteciler sorduğunda, çevre örgütleri sözleşmenin imzalanmasını istediklerinde Türkiye’nin gelişmesi gerektiği söyleniyordu.
———
Geri